Eski denizcilerin ne kadar yol aldığını görmek için suya bıraktıkları nesnelere "prakete" denirdi işte buda benim praketem. buzdan mezarımdan sizlere yolladığm praketem .Neyi mi ölçeçeğim?. Kainatın dipsizliğni mi ?hayır! intenet boşluğunun kapitalist ahlak kadar boş ve midesiz oluşumunu mu? hayır! sadece benim praketem. Buzdan mezardan vahşi dünyaya......
Bir 1 mayıs yazısı olsun, eski-püskü, dökülen ne varsa ortaya saçılsın:
Muğlaklığı bir tarafa, "nasyolalizm, milliyetçilik, ırkçılık, etnosentrizm, sentralizasyon(ulus devlet sürecinde önemi inkar edilemez)" gibi kavramların; tarihi boyunca boy göstermediği topraklarda; bu düşüncenin filizlenmesi, belkide bu anlayışın idrak edilemez oluşunun ardında yatan etkendir. Her şeyden önce bu kavramların sahneye çıktığı ortam ortam, ulus devlet ve cumhuriyet mefhumlarının serpildiği atmosferdir. ulus devlet kavramını idrak edemeyen bir toplumsal belleğin, milliyetçiliği ve etno sentrizmi idrak etmesi de imkansızdır. İşin arka planında yatan her ne olursa olsun aidiyet duygusudur. Tek tek fertlerin kendini tanımlarken, kainatta hangi koordinatlara teğet olduğu burada anahtar kavramdır. Bununla birlikte sosyal ilişki ağının biçimi ve idari organizasyonların bu ağla etkileşimi de muhim meseledir.
İdari organizasyonun etkileşimi, deyince günümüz için mühim bir nokta karşımıza çıkmaktadır. Bu nokta-i nazar; idarenin "milli" sayabileceğimiz düşüncelere karşı aldığı tutum ve yaklaşımların mahiyetidir. Batılı uluslarda, "milli" kavramı doğu avrupa ülkeleri için aşırı uçlarda yer bulmuş ve idari organizasyonlarla kol kola gitmiştir. anglo sakson idari anlayışında ise sıcak bakılmamış olmakla birlikte sistem dışına itilmemiştir. itilmesi de düşünülemez. Zira; ulus devlet olma süreci bu düşüncelere idare mekanizmasının ılımlı bakması ile mümkün olabilmiştir. Çünkü demokrasi mefhumu altında yatan düşünce "halk" gibi görünür. bu göz aldatmacasını kuvvetlendirmek içinde, idari organizasyona halk'ın katılımış "sahiplenmiş" olması gerekir, ki bunun için "ulus devlet" kavramı anlam kazanır. Aksi takdirde, meşruiyet problemi dediğimiz payanda, devlet için düzen değil, kaos müsebbibi olur.
Bu noktada önümüzdeki örnekte benzeri bir toplumsal entegrasyonun sağlanabilmesi için elzem olan fiktif araçda; "milliyetçilik"tir. Fakat emperyal bir etnitise dini sentezin içine milliyetçilik kavramının sokulması, ulus devlet kavramının teşekkül etmeden, dağılması demek olacağından, "21. yy. Tagor Ülkesi milliyetçiliği" dediğimiz muğlak anlayış vucut bulmuştur. İşin şaşırtıcı boyutu ise önceden sırt çevirdiği düşünceyi, konjontüre bağlı olarak kullanmış, bir ölçüde meşruiyet kaynağına eklemlemiştir. Burada garip olan, meşruiyetin demokratik sonuçlara bağlı olarak şekillenmesi gerekirken; dalgalı biçimde salınması, tanımlayıcı unsurlar ve bunların yörüngesinin tespit edilemez olmasına yol açmıştır. bu noktada idari organizasyonla simbiyoz bir ilişkiye girmiştir. Bu simbiyotik yaşam biçimi, millyetçilik anlayışını fallusuna hapsetmiştir. Tam manasıla şekllienemeden, sınırlarını, kavramlarını tamamlayamadan, çatışmıştır. Çatışmadan yeni bir boyut kazanamadan daha da yaralı ve tehlikeli olarak ayrılmıştır. Tasviye edilmesi mükün olmadığı gibi tedavisi de mümkün olmamıştır.
Kendi içindeki kırılması bir tarafa, asıl mesele bu ifadenin keyfi manipüle edilmesidir. Düşüncenin muğlaklığı ile kapsayıcılığı kuvvetlendirilirken, muğlaklığının manipüle edilmesi ile ayrıştırıcı bir mefhum gibi anlaşımasına neden olmaktadır. Bu noktada bu kavramı keyfi bükenler bu kavram ve ardındaki felsefeyi en acımasız biçimde, harcayan, tüketen yaklaşımlar olmuştur.
Yagız atıyla, karların üstünde rüzgar gibi koşturan bir deli gördüğünüzde elan o benimdir.
Ailesinin beklediği gibi saygın bir iş ve dolgun bir maaş sahibi olacakken - aslıda oda dolgun bir maaş, güzel ama aptal bir eş, güzel bir araba istiyordu -boşvermişim dünyayı deyip sibirya steplerinde olen avlayarak, geceleri kitaplarını okuyarak göçer Türk klanlarına yoldaşlık ederek, haskilerinin çektiği kızagıyla sibiryada bir sabir olmayı seçmiş acaip meczub.