
Mim arap alfabesinde bildiğiniz gibi bir harf. Ebcede kırk sayısına karlşılık gelir. Başka bir anlamı yoktur . Belki de vardır. Lakin, şimdilik diğer anlamlarıyla linguistikçi taife ilgilensin. Bu gün biz "mim"in kuyruğuna takılıp biraz mürekkep koklayalım.
Eskiler “mimlemek” diye bir deyim kullanırdı, hatırlarsanız. İşte orada ki “mimlemek”in "mim"i bu "mim". Yine açıklayıcı olmadı sanırım. Biraz geriye, hala tedrisatın medreseler eliyle yürütüldüğü dönemlere gidelim;
Malumaliniz, ortaçağ’da Gutenberg çelebinin hayratından - gerçi bazı kaynaklar araçlar vasıtasıyla tab'etme işini 11. y.y.'a kadar dayandırır- önce matbuat yada matbuu diye bir kavram yoktu. “El yazması” vardı. Tek tek hattalar, tezhip sanatçıları tarafından seslerin resimleri deri üstüne yazılırdı. Deriye seslerin resmi yapılırdı, dövme gibi. İtinayla fasiküller ibrişimlerle dikilir, mücellithanelerde kuzu, ceylan derileri ile esvaplandırlırdı. Tüm aşamalarda bilim adamlarının, mütefekkirlerin tasavvuruna giydirilen kisveler, altından asa gibi sandıklar içinde bir medreseye yada saraya giderdi. Medresinin baş müderrisine gelene kadar “ses”, karanlık sandığında azıcık ahşap, deri, mürekkep kokularından bir rayiha ile demlenir, huzura amber sürünmüş taze cariye gibi çıkardı. Dokunmaya kıyılamayacak güzellikteki cariyenin taşıdığı sözü dinlemeye kulakları ve aklı açık müderris, aylardır yolunu gözlediği sevgilisine nasıl muamele ederdi sizce?
Bizler gibi tükenmez kalemin vasıtasıyla çalakalem makyaj? Yada ayraç yerine bir kıvrık sayfa?
Tabi ki hayır!
İki eli ile kristal kadehi tutarcasına nazik ve kibar: sevgilinin fısıltılarına kulak kabartır, onu baş ucuna koyardı. Bizim acımadan adi tükenmez kalemlerle kafasını gözünü yardığımız kitaplara tek çizik atmaktan çekinen bilgi aşığı bu adamlar, tek bir buse kondururdu. Tek, küçük, çekingen bir buse. Mecnundan, Leyla’ya ürkek bir öpücük: “mim”.
İlk kez kitabı bitiren, kitaba küçücük bir mim çiziktiriverirdi. Bu onu okuyan bilim adamının kitabı okuduğunu, akademik rank’i daha az olan bilim adamlarının da okumasına müsaade olduğunu gösterir icazet name idi. Lakin kitaba tek bir nokta bile atmak yasaktı. Sevgiliyi görebilir ama dokunamazdınız.
Nereli olduğunu öğrendik ama kimin nesi bu mim?
Vuslatından 735 yıl geçse de;
Ham olan Pişmişin halinden anlamaz,
sözü kısa tutmak gerek imdi vesselam.
diyerek, mesnevisini en başından bitiren Rumi, vesselamı, ölüm gibi “m” ile mim ile bitirmiştir(*). Yani aslında "mim" bir harf, fiğür mühür imza değil. İkaz hiç değil. Aksine tüm söylenen sözlerin, anlatılan şeylerin ötesinde, son söze, mutlak aydınlanmaya, mutlak susukunluğu, doğum ve ölüme yapılan bir işaret. Sefil yaşamlarımızın "mim"ine yapılan bir gönderme ve hatırlatma. Kelamın aydınlanmaya açtığı kapıya; yeni bir uyanışa, ölümün ardından gelen doğuma yapılan bir atıf. Her ciğerin verdiği son nefes gibi, derinden ve içten. Mutlak aydınlanmaya kavuşturan ölümü hatırlatacak kadar şiirsel ve naif. Kainatın varlığının ilk saniyesinden önceki "hiç" anının tanımı nasıl nokta ise, yokoluşu da, "mim" .Mevlana ve ardından gelen pek çok tasavvuf ehlinin bilimsel olgunluğa ithafen her el yazmasını bitirirken ” mim”le bitirmesinin, “mimlemesinin” tek nedeni de budur, ve-selam.
________________
(*)Başlarken de "B" ile başlamıştır ki, o daha uzun bir tarihe kapı aralar. Bu hikayeyi anlatamayacak kadar ihtiyarlamış olduğundan meczubu mazur görün.
Eskiler “mimlemek” diye bir deyim kullanırdı, hatırlarsanız. İşte orada ki “mimlemek”in "mim"i bu "mim". Yine açıklayıcı olmadı sanırım. Biraz geriye, hala tedrisatın medreseler eliyle yürütüldüğü dönemlere gidelim;
Malumaliniz, ortaçağ’da Gutenberg çelebinin hayratından - gerçi bazı kaynaklar araçlar vasıtasıyla tab'etme işini 11. y.y.'a kadar dayandırır- önce matbuat yada matbuu diye bir kavram yoktu. “El yazması” vardı. Tek tek hattalar, tezhip sanatçıları tarafından seslerin resimleri deri üstüne yazılırdı. Deriye seslerin resmi yapılırdı, dövme gibi. İtinayla fasiküller ibrişimlerle dikilir, mücellithanelerde kuzu, ceylan derileri ile esvaplandırlırdı. Tüm aşamalarda bilim adamlarının, mütefekkirlerin tasavvuruna giydirilen kisveler, altından asa gibi sandıklar içinde bir medreseye yada saraya giderdi. Medresinin baş müderrisine gelene kadar “ses”, karanlık sandığında azıcık ahşap, deri, mürekkep kokularından bir rayiha ile demlenir, huzura amber sürünmüş taze cariye gibi çıkardı. Dokunmaya kıyılamayacak güzellikteki cariyenin taşıdığı sözü dinlemeye kulakları ve aklı açık müderris, aylardır yolunu gözlediği sevgilisine nasıl muamele ederdi sizce?
Bizler gibi tükenmez kalemin vasıtasıyla çalakalem makyaj? Yada ayraç yerine bir kıvrık sayfa?
Tabi ki hayır!
İki eli ile kristal kadehi tutarcasına nazik ve kibar: sevgilinin fısıltılarına kulak kabartır, onu baş ucuna koyardı. Bizim acımadan adi tükenmez kalemlerle kafasını gözünü yardığımız kitaplara tek çizik atmaktan çekinen bilgi aşığı bu adamlar, tek bir buse kondururdu. Tek, küçük, çekingen bir buse. Mecnundan, Leyla’ya ürkek bir öpücük: “mim”.
İlk kez kitabı bitiren, kitaba küçücük bir mim çiziktiriverirdi. Bu onu okuyan bilim adamının kitabı okuduğunu, akademik rank’i daha az olan bilim adamlarının da okumasına müsaade olduğunu gösterir icazet name idi. Lakin kitaba tek bir nokta bile atmak yasaktı. Sevgiliyi görebilir ama dokunamazdınız.
Nereli olduğunu öğrendik ama kimin nesi bu mim?
Vuslatından 735 yıl geçse de;
Ham olan Pişmişin halinden anlamaz,
sözü kısa tutmak gerek imdi vesselam.
diyerek, mesnevisini en başından bitiren Rumi, vesselamı, ölüm gibi “m” ile mim ile bitirmiştir(*). Yani aslında "mim" bir harf, fiğür mühür imza değil. İkaz hiç değil. Aksine tüm söylenen sözlerin, anlatılan şeylerin ötesinde, son söze, mutlak aydınlanmaya, mutlak susukunluğu, doğum ve ölüme yapılan bir işaret. Sefil yaşamlarımızın "mim"ine yapılan bir gönderme ve hatırlatma. Kelamın aydınlanmaya açtığı kapıya; yeni bir uyanışa, ölümün ardından gelen doğuma yapılan bir atıf. Her ciğerin verdiği son nefes gibi, derinden ve içten. Mutlak aydınlanmaya kavuşturan ölümü hatırlatacak kadar şiirsel ve naif. Kainatın varlığının ilk saniyesinden önceki "hiç" anının tanımı nasıl nokta ise, yokoluşu da, "mim" .Mevlana ve ardından gelen pek çok tasavvuf ehlinin bilimsel olgunluğa ithafen her el yazmasını bitirirken ” mim”le bitirmesinin, “mimlemesinin” tek nedeni de budur, ve-selam.
________________
(*)Başlarken de "B" ile başlamıştır ki, o daha uzun bir tarihe kapı aralar. Bu hikayeyi anlatamayacak kadar ihtiyarlamış olduğundan meczubu mazur görün.