Patoloji değil Psikoloji



2008’in Türkiye için reform yılı olacağını söylemiştik[i]. Şimdi beynimizi dağıtıp saçma zamanı; kıyıda köşede kalmış notları şöyle bir toparlayalım.





Redhouse sözlüğünde Re-Form; yeniden biçimlendirme, form kazandırma olarak tanımlanıyor. Britannica 2007[ii] Avrupa nüshasında da reform’un kavramsal çerçevesini ortaya koyduktan sonra tarihte ki önemli örneklere değinirken Osmanlı’da ki ıslahat hareketlerine, öncelikle değinir. Evrensel bir kaynak oluşu sorgulanmaya açık olsa bile batı düşüncesinin son iki yüzyıl içerisindeki epistemolojik manada seyrini ve birikimini gösterir olması noktasında modernleşme sürecimizin; reform kavramı noktasında, modernizasyon için kıble olmuş felsefi odaklar için 300 yıllık maceramızın denk geldiği anlam aralığı için bir alamet-i farika.

Modernizasyon macerasında çabalarımızın takdire şayan olması ne toplumu yada reformist arkeolojik kalıntıları ne ölçüde mutmain eyler orasını bilmek yada değerlendirmek tespiti zor bir hadise. Bir açıdan reformun, re-form edilmesi noktasına ulaştığımız bile söylenirken hala bu uğraşılar içinde bulunabilme çabası bile eşsiz bir kararlılığa yada kolektif bir bilince işaret eder. Reform’un, Re-form edilmesi noktasında kendi formüllerimizi ve kurumların fonksiyonların yeniden tanımlanması konusunda yapılan çalışmalar bile akıl sır ermeyecek katıksız bir imanın göstergesi. Fakat bu tutkunun asırlardır ıskaladığı nokta form’a takılmak. Bir ölçüde reformun biçim kazandırıcı bir eylem olmaktan öteye gitmesi/gitmemesi?! Islahat hareketleri esnasında atladığımız nokta , Britannica ağzıyla, erken dönem reformculardan 2. Osman’la başlayan yenileşme hareketleriyle, total bir eylem içine girişen devlet, koşunun startı verildikten tam iki yüz yıl sonra maliye ve muhasebe sistemini öğrenmesi[iii], batılaşma sürecinde yaşadığımız psikolojik çatışmaya, bir ölçüde, yüzeyselliğimize de işaret ediyor, aslında. Bab-ı Ali de yetişen aydınlatmacı bürokrasi iktisadı, felsefeyi, siyaseti, sosyolojiyi yine Bab-ı Ali’deki tercüme odalarında öğrendiler. Aslında tüm hüznü ve melankolisi bir tarafa, klasikleşen Hikmet-i Hükümet yorumumuzla; “Ya devlet başa, ya kuzgun leşe”, göz yaşlarını silip acı ilacı tadan ve tattırmak için özveriyle topluma gözlerini kapamasını salık veren aydınlar, tek tek içsel bir çatışmanın eşiğinde değişimi körüklerken, kendileri arasında da benzeri bir çatışmayı da yaşıyordu. Bu çatışma Aslında mekanik dişlilerin rutubetli yüzyılında dünyanın her köşesinde yaşanan benzer çatışmaların Müslim coğrafyasında ki yansımasıydı. Reconquista gibi dalgalı olmasa bile ekim devrimi öncesi enternasyonallarında [iv]aynı mücadeleyi görmek mümkündü. Aynı reform sancıları japonya’da yaşanmaktaydı. Almanya’da reichler ve kuşakların çatışması…….

Bu sancıların altında değişen dünya düzenine hazırlık olduğu aşikardır. Bu noktada değişimlerin yarattığı sancıya ek olarak; gelecekteki düzende söz sahibi, bende değil efendi olmak mücadelesi de hızlı değişimin ivmesinin artmasına neden olmuştur. Bu ikili etkiye Inkılab-ı Azim’e karşı “geç kalınmışlığın aciliyeti” sendromu da eklenince tam manasıyla süratli bir yarışa girmek zorunda kalmış olan bir “biz” ortaya çıkmıştır. Bu hızlı dönüşümün yarattığı spin ile düşünce dünyamızda ve kültürel koordinatlarımızda “saçılmaya” neden olmuştur. Batılaşma hareketlerinin kırılma olması da bu yüzdendir. Tüm hüznü bir tarafa acı ile kıvranan aydınlar, acılarını dindirmeden acılara derman olmaya kalkarak mevcut düzenin altında kalmışlardır. Kınadıkları Abdülhamit’ten daha totaliter ve baskıcı olmaya doğru hızla savrulmuşlardır. Bu idare anlayışı her dönemde sürgit varlığını korumayı başarmıştır. Bu noktada sorgulamak yerine, bermutat bir biçim alan değişim, ritüel haline gelmiştir. Türbedarlarını, doğmalarını, azizlerini ve iblislerini yaratmıştır. Anlamın yitimi hedefin sorgulanması yerine imanın sorgulanmasına neden olmuştur. Ritüellerin ve kutsalların sorgulanmasının önüne geçen mekanik reform anlayışı, muallâktaki “ulus”u ve “ulusal hedefleri” sorgulayanların kafir ve muhtedi ilan edilmesine neden olmuştur. Bu anlamsız çatışma sürecinde reformun reforme edilmesi, kafirlerin bertaraf edilmesi ve yeniden araçlarn tanımlanma ve refere edilmesi ile reformizasyonun formel kısmını da sakatlamıştır. Lakin, felsefesi ve istikameti düşünce dünyamızın topografyasında bilinmeyen ama saygı duyulan bir ruh gibi süzülüşüne devam etmiştir.


Sacerdos Vestalis ve Tarpeia’nın İhaneti


Vestanın kutsal ateşinin bakireleri yüzyıllar boyunca Vesta ateşini korumuştu. Düşman romanın kapılarının önüne geldiğinde Gözler Vesta tapınağındaydı. Ateşin her titreyişi Roma’nın depremiydi, çünkü. Vesta’nın gizli ateşi, Roma’nın bekası demekti. Roma’lı her erkeğin ve kadının saygıyla baktıkları ve kutsiyetlerini irdelemekten dahi utandığı bu bakireler Roma dedikleri her şeyin bekçisi, muhafızı koruyucusuydu. Pagan tanrıları arasında sıradan insanların en çok hürmet ettiği tanrıça da Vesta idi. Evi kollayan ve düzenini, sıhatını koruyan bu tanrıçanın hizmetkarları da üstlendiği görevin ağırlığı ve kutsiyetiyle; sadakatin sembolüydüler[v]. Ama Hainle kahraman arasındaki bir adımlık mesafe Tarpeia tarafından çoktan adımlanmıştı. Günlük ritüel için tabii bir kaynaktan su almaya giden Tarpeia düşman kuvvetlerine yakalanıp, şehrin kapılarını açma sözü vermişti. Devletin bekası için ant içenlerin ihaneti her devirde ve dönemde görülmüştür. Lakin Tarpeia’nınki kadar adice olmamıştır. Babası düşmanı def etmek için ordusuna taktik verirken, kızı şehrin kapılarını düşmana açmıştır.

Hangi meslek grubunda olursa olsun, o meslek gurubu beraberinde bir alt kültürü de doğurur. İnşaat işçisinden, günümüz kapitalist saçmalıklarına kadar kendi alt kültürünü oluşturur. Bu işin türü ve yapısına bağlı olarak oluşan/oluşmuş informel normlara bağlı olarak kendiliğinden gelişir. Benzeri bir alt kültür idare içinde olan her bireyin ister istemez dahil olduğu kültürdür. Kendi ön kabullerini, iletişimini, jargonunu da oluşturur. Bunun en güzel örneği İttihatçı sivil/asker memurlar arasında oluşmuş olan, mason localarında buluşma kültürüdür. Bürokratik düzen onları mason olmaya itmiştir demek değil, tabi ki, bu. Jurnalden çekindikleri için localara çekilmişlerdir. Fakat çekilmelerini gerektirecek; jurnale takılacak derecede mühim bir mesele olmasından ötürü bu tedbiri almışlardır. Bu saklanma dahi jurnalden tam manasıyla kurtarmamıştır. Fakat kendi içinde yüzyıllara sığmayacak bir alt kültürü de yaratmıştır. Öylesine güçlüdür ki, 27 mayıs darbesinin son görüşmeleri Ankara Güvercinlik’te ki kışlanın hamamında bordo-gül kurusu peştamallı genç subayların arasında olmuştur.

Bu alt kültür D.m.k.’da yazılı olmayan kuralları beraberinde getirir. Bu kültürlenme süreci -minimal siyasal sosyalleşme- Görevlerine başlayan her bürokratın içine hemen dahil olabileceği bir süreç değildir. Ankara şehri içinde ki kurumların fiziki ve hiyerarşik yapısı itibarıyla bu süreci olabildiğince kolaylaştıran bir yapı arz eder. Bu noktada bu alt kültüre savaş açmak kökleri 2. Murad Han’a uzanan bir oluşuma savaş açmak olacaktır. 1402 Ankara savaşı ile oluşmuş, asırlara meydan okuyan kültürü birkaç yılda silmek yada nötralize etmek ne kadar sürere dersiniz?


Zenon’un BaldıranYudumlaması



Tarpeia’nın ihanetiyle birkaç saatten kısa sürecektir. Vesta’nın gizli ateşini koruyan bakirelerin ihaneti ne kadar şaibeli ise 2008 Defensor Civitas teslimiyeti de o kadar ürkütücüdür. Elbette sevindiricidir. Fakat asıl korku Alemdar Mustafa Paşa ile ittifak yapan 2. Mahmut’un sözünde durup, reformlara devam etmesine rağmen, Alemdar’ın niye 2000 yeniçeriyle birlikte barut mahzenini havaya uçurmuştur?

Yada mister nambır van ile her şey çorap söküğü gibi nihayete mi erecek?

Hala toprağın altında akan soğuk kaynak suları gibi gizemli ve sessizce akacak olmaları değil, aslında, ürkütücü olan. Mevcut hükümetin hala varlığı sürdürebiliyor olması, on yıllarca rüyalarda kabus makamında terennüm edilen şarkıların güzel bir geleceğe intro kıvamında çalınıp söylenmesi. Sazendelerin ilk defa böylesine bir senfoniyi hatasız söylemeleri.

Yani Atina’nın Sokrates’i değil Zenon’nu mahkum etmesi korkunç olan. Yani stoacılara savaş açmış bir Sokrates değil kinik[vi] bir Sokrates.

Toprağın altından akmaya devam eden zehirli suyun Kurtboğazı barajına karışması. Herkesin o suyu içmesi. Yüz yıllardır tamamlanamayan evirme işleminin muhataplarının gönüllü olarak evrilmesi.

Tabi bu noktada, herkes bu dönüşüme maruz kalırsa, yani değişim – herkesçe makul değil, herkesçe reddedilmiş demek değil- herkesçe makul hale gelirse iyi yada kötü olup olmadığını tartışmanın bir anlamı olur mu? Zenon “sesi duyacak kimse yoksa sesin anlamı yoktu” der. Sokrates tüm varlığıyla reddeder. Peki Sokrates’in bu reddiyesini tetikleyen ne? Zenon ve talebeleri. Peki, Stoacılarla anlaşmış bir Platon’nun Atina’yı ve hatta Roma’yı yakmayacağını kim iddia edebilir? İşte asıl korku bu olmalı. Ergenekon’unun içine sızdığı, simbiyoz bir ilişki kurduğu hükümet siyasal yelpazede temsil ettiği kültür İttihat ve terakki’nin karşısına aldığı, Cemiyet-i Ahrar, değerler olduğuna göre Türkiye yeni bir saçılma ile karşı karşıya. Bu Dönemde ihtiyaç duyduğu en önemli şey hiç olmadığı kadar devlet adamı olmayı başarmış insanlar.

Tüm bu karamsar tabloya rağmen dünyanın girdiği bu yeni dönemle kendi psikolojik problemleri birebir örtüşüyor. Dünya iki kutupludan, çok kutupluya; çok kutupludan kaotik dengelerin dünyasına dönüşüyor. Dengeyi yakalamak için içsel çekişmelerinden arınmış bir idareye ihtiyaç var. Dış politika belirlemek için coğrafi ve etnik meselelerin üstüne cesaretle gidebildikten sonra dış politika da içsel huzura paralel ölçüde biçimlenecektir.

Bu noktada Türkiye inanılmaz şanslı bir devirden geçmekte aslında. 2000’li yıllarda yaşanan kriz bir ölçüde, bugün yaşanan krizin etkilerini önemli ölçüde yumuşattı. Bankacılık sektörünü ayakları yere basar bir hale getirerek, kendi önlemlerini almayı öğretti. Akbank’ın aralık ayı başında personel çıkarması, krizin boyutunu gösterdiği gibi bankaların krizi ciddiyetle algıladıkları biçiminde okunabilir. Benzeri biçimde, kredi verirken daha sıkı bir süreçle kredi vermeleri de bankacılığın ayaklarının yere bastığının bir göstergesi.

Bir diğer Şanslı nokta ise Dünya siyasetinin liderlerin omzuna ve kontrolüne bırakılmış olması. Krizin doğurduğu kaos ile dengelenmeye çalışılan her açık derin güçlerin etkinliğini ve kontrolünü zayıflattığı gibi eylemelerinin sorgulanmasına neden oldu. Bununla birlikte insanların şiddetli ekonomik buhranlar esnasında ihtiyaç duydukları desteği okültist felsefelerde, mistik unsurlarda aradıkları gibi, manevi bir dönüşüm sürecine de girerler. Ayaklarının altından kayıveren zeminde dengelerini korumak için buna ihtiyaç duyarlar. Dünyada yükselen bu okültist eğilimlerin yanında toplu olarak “kutsal, karizmatik[vii]” lider arayışına girerler. Bu arayışların tekabül ettiği şartların benzeri ihtiyaçlara da karşılık gelmesi ise “liderlik” için şanslı bir döneme girmiş olduğumuzun göstergesidir. Rusya’da Dimitri Medvedev operasyonu. Birleşik Devletler’de ve dünya’da Obama esintisi. Van’da 44 koyunun kurban edildiği haberi, Fransa da kamuoyu yoklamalarında Obama için çıkan olumlu sonuçların Sarkozy’nin seçilmesi esnasındaki olumlu oyların nispetinden fazla olması ironiyle açıklansa bile benzeri beklentilerin varlığına işaret edecektir. Benzeri biçimde Japonya’nın Trans-Kafkasya’da yürüttüğü faaliyetler mevcut durumun uluslararası siyasette bir varite olarak algılandığının göstergesi. Ortadoğu bu noktada Türkiye’nin liderliğini ve liderini sınayan bir coğrafya olarak önümüzdeki yıllar da geleceğimiz için joker olarak yanı başımızda duracak. Bunu yerinde ve düzgün kullanmayı becerebildiğimizde değişim yüzyılında evrilen değil, dönüştüren olmayı becermişiz demektir.

Tüm bu pozitif değerlerin yanında kaos dönemlerinin vazgeçilmezi olan ani değişiklikler tüm planı ve kurguyu değiştirecek kadar güçlü olacaktır. Her daim var olan değişiklerin şiddeti ve frekansı bu yeni dönemle birlikte ivmelenerek şok edici ölçeklere ulaşacaktır. Mühim mesele de bu şok anlarında liderlerin kalitesi ve izleyecekleri yollardır. Bu hızlı dönem içerisinde Sokrates’in Stoacılarla el sıkışmasını mazur görmekten başka şansımız yok. Onlar unutsa da biz unutmayacağız. Sis dağıldığında tekrar çözmek içi çaba göstereceğiz. Lakin şimdilik sabredeceğiz. Zira, tarihin hiçbir döneminde bu derece talihli ve destekli bir hükümet Türkiye’ye nasip olmadı.

[viii]


[i] Defensor civitas, giriş sf. 24

[ii] İnternet nüshasına bakılabilir. Ama orada Avrupa, Asya diye bir ayrım yok sanırım. Hoş ayrım olsa bile bunu tetkik etmek için her 2 nüsha ya ve on-line nüshaya ihtiyaç var.

[iii] Duyun-u umimiye

[iv] Bakunin vs Marx, bir diğer tezahürü için tezahürü için Lenin vs Martov; “esneklik” suçlaması.

[v] 6-10 yaşları arasında, İtalya ikametli ailelerin kızlarıydılar. Küçücük yaştan itibaren, hizmetkar olana değin sıkı bir tedrisattan geçtikleri bilinir. Başka meziyetler atfedilse de, bahsi geçen meziyetler Forum Magnum’da icra edildiği için geçersiz önermedir. Zira, Vesta tapınakları Rostra yada Romulus tapınakları yanında kurulurdu.

[vi] kelbiye

[vii] Charisma: başkalarını etkileyebilme yeteneği(tanrı vergisi), Redhouse .

Ayrıca bknz: karizmatik liderlik, Weber

Özür diliyorum





Kanlı Aralık’ta sessiz ve çaresiz kaldığım için özür diliyorum.


Bezm-i elestte omuz omuza yemin ettiğim kardeşime yardım edemediğim için özür diliyorum.

Onu ve emanetini koruyamadığım, korurken yardımcı olamadığım için.

Yükünü sırtlayamadığım için.


İltisaklı ve korkak olduğum için.

Hiç ve aç olduğum için özür diliyorum.

Son nefesini şahadetle veren kardeşime duadan başka bir bir vereceğimin olamamasından ötürü özür diliyorum.


İnsanlığı defn eden hayvanlara dur diyemeyen bir türün üyesi olduğum için özür diliyorum.

Geride bıraktığın çocuklarına hayrım dokunamayacağı için özür diliyorum.

Ve yalnızca özür dilediğim için özür diliyorum.

Ve utanıyorum, boş hayatımın sanrıları için özür diliyorum.

Ve siz, şen kahkahaların keyifli gırtlakları: Dünya ile keyifli olabiliyorsanız, ne mutlu size! E hadi ne duruyorsunuz; Mutlu Noeller size.

White Rabbit