Ve Sair
"Stop Wasting Time With Non-believers"
İllimünasyon* misyonumdan ödün veremeyeceğim içün apar topar bu misyonu icra etmek adına:
İnternetin en devasa efemera şeysi yutub'da gördüğüm bu ilginç, gizemli videoyu izlemnizi istedim. "Mind Control Cults" başlığı altında nasıl kült lideri(cem'aat lideri) olunur? süaline mizahi bir dille yaklaşmışlar. kameranın açıları, tişört kesimleri, diğer elbiseler, kullanılan renkler, harflerin fontları ve özellikle o puslu görüntü (80'li yıllar slasher filmleri gibi) 80'lerin 2. çeyreğinden sonra çekilmiş gibi duruyor. Amerkan deist-teist topluluklarının bir marifeti. Tabii olarak izleyenler de videoyu yine bu zaviyeden, cemaatlar liderleri, seçkinler öz-uzmanları bağlamında izleyerek, presco diye hoplayabilir. Fakat bu videoyu izledikten sonra bu derece sığ-sağ yorumlamak çok "salakça" -bağışlayın- olur. Zira, video aşikar olarak bu toplulukları ve sempatizanlarını anlamak/anlamlandırmak? için yapılmış. Yok hala öyle okumakta ısrar edicekseniz; Zeitgeist'in uzun versiyonunun ilk yarım saatini temaşaa eyleyin derim.
Her neyse, sizin için ailelerini bırakırlar, paralarını verirler, yaşamlarını verirler. Dikkatlerini dağıtın, düşük protein değerlerinde besleyin, dans ettirin, nefes egzersizleri yaptırın (reiki, meditasyon disiplinleri v.s.)" Yeniden doğacaksın", "aydınlanacaksın"... "Egon tüm problemlerini kaynağı"(hass...)Mistik, gnostik söylemler. Paralize edilmiş beyinler.
Fakat asıl vurucu sahnelerden biri, buddha kaidesi gibi bir platformun üstünde oturan kravatlı adamın incille göründüğü sahne. Bir rahip, yada başka bir inancın din adamı gibi değil de bir iş adamı gibi, 21. makul insan standardında oluşu...
Neler için para harcadığınızı, neler için hayatınızın içine ettiğinizi düşünün. Aptal tüketim nesneleri için yaşamınızı nasıl feda ettiğinizi. Bu devasa hayvanın sizi yutup nasıl gübre gibi dünyanın ortasına kötü kokular saçarak, sıçrattığını düşünün. O çöp öğüten şey için feda ettiğinizi. Hiç dikkat ettiniz mi bilmem lakin bu kültist tipler hep güler yüzlü, sempatik olurlar. Peki günümüzde yazar, bilim adamı, şarkıcı, pazarlamacı, müşteri hizmetleri felan bey, fişman hanımların, asabi ,asık suratlı olduğunu gördünüz mü? 21. yy.da insanlık topyekün true believer, oldu. Hepsi "Illuminated" olduğu için hepsi "Siraceddin". Üzgünüm, lakin bir çaydanlığa tapan kültist cro-magon, austrolopithecus da olabilir, bile günümüz muasır insanlarından daha az tutucudur.
Her neyse yatmadan önce dişlerinizi fırçalayın ve:
"Stop wasting time with non believers"** diye dua edin.
________________________________
*İlluminasyon:(Tamamiyle salladığım, bilimsel yada linguistik bir geçerliliği olmayan saçma sapan bir kavram. (illumination ile karıştırmayın) Ama bunu arada sırada kullanın ki insanlar ürksün. Cümle içinde kullanımı:
Ali illuminasyon olmuş. Ayşe illuminasyon tut.
**Zendeka ile vakti zayi etme.
Tagor'un Bu Ülke'si
Bir 1 mayıs yazısı olsun, eski-püskü, dökülen ne varsa ortaya saçılsın:
Muğlaklığı bir tarafa, "nasyolalizm, milliyetçilik, ırkçılık, etnosentrizm, sentralizasyon(ulus devlet sürecinde önemi inkar edilemez)" gibi kavramların; tarihi boyunca boy göstermediği topraklarda; bu düşüncenin filizlenmesi, belkide bu anlayışın idrak edilemez oluşunun ardında yatan etkendir. Her şeyden önce bu kavramların sahneye çıktığı ortam ortam, ulus devlet ve cumhuriyet mefhumlarının serpildiği atmosferdir. ulus devlet kavramını idrak edemeyen bir toplumsal belleğin, milliyetçiliği ve etno sentrizmi idrak etmesi de imkansızdır. İşin arka planında yatan her ne olursa olsun aidiyet duygusudur. Tek tek fertlerin kendini tanımlarken, kainatta hangi koordinatlara teğet olduğu burada anahtar kavramdır. Bununla birlikte sosyal ilişki ağının biçimi ve idari organizasyonların bu ağla etkileşimi de muhim meseledir.
Kendi içindeki kırılması bir tarafa, asıl mesele bu ifadenin keyfi manipüle edilmesidir. Düşüncenin muğlaklığı ile kapsayıcılığı kuvvetlendirilirken, muğlaklığının manipüle edilmesi ile ayrıştırıcı bir mefhum gibi anlaşımasına neden olmaktadır. Bu noktada bu kavramı keyfi bükenler bu kavram ve ardındaki felsefeyi en acımasız biçimde, harcayan, tüketen yaklaşımlar olmuştur.
Her şeyin güzel ve gölgeli,
Arkası kesilmez Avalon'un sisleri,
At koşturuyor kederli Hazar Beyleri,
Her şey ters, yer şey garip.
Hala dönüşememiş entelijansiya
ve 21. yy'ın Distopya'sı,
Her şey basit ve karmaşık.
Öldürenler neden hep aşık?
Kelimeleri ve heceleri,
Asıyoruz, Sen'i korurken.
Mim'in Uzun Tarihinin Kısa Özeti

Eskiler “mimlemek” diye bir deyim kullanırdı, hatırlarsanız. İşte orada ki “mimlemek”in "mim"i bu "mim". Yine açıklayıcı olmadı sanırım. Biraz geriye, hala tedrisatın medreseler eliyle yürütüldüğü dönemlere gidelim;
Malumaliniz, ortaçağ’da Gutenberg çelebinin hayratından - gerçi bazı kaynaklar araçlar vasıtasıyla tab'etme işini 11. y.y.'a kadar dayandırır- önce matbuat yada matbuu diye bir kavram yoktu. “El yazması” vardı. Tek tek hattalar, tezhip sanatçıları tarafından seslerin resimleri deri üstüne yazılırdı. Deriye seslerin resmi yapılırdı, dövme gibi. İtinayla fasiküller ibrişimlerle dikilir, mücellithanelerde kuzu, ceylan derileri ile esvaplandırlırdı. Tüm aşamalarda bilim adamlarının, mütefekkirlerin tasavvuruna giydirilen kisveler, altından asa gibi sandıklar içinde bir medreseye yada saraya giderdi. Medresinin baş müderrisine gelene kadar “ses”, karanlık sandığında azıcık ahşap, deri, mürekkep kokularından bir rayiha ile demlenir, huzura amber sürünmüş taze cariye gibi çıkardı. Dokunmaya kıyılamayacak güzellikteki cariyenin taşıdığı sözü dinlemeye kulakları ve aklı açık müderris, aylardır yolunu gözlediği sevgilisine nasıl muamele ederdi sizce?
Bizler gibi tükenmez kalemin vasıtasıyla çalakalem makyaj? Yada ayraç yerine bir kıvrık sayfa?
Tabi ki hayır!
İki eli ile kristal kadehi tutarcasına nazik ve kibar: sevgilinin fısıltılarına kulak kabartır, onu baş ucuna koyardı. Bizim acımadan adi tükenmez kalemlerle kafasını gözünü yardığımız kitaplara tek çizik atmaktan çekinen bilgi aşığı bu adamlar, tek bir buse kondururdu. Tek, küçük, çekingen bir buse. Mecnundan, Leyla’ya ürkek bir öpücük: “mim”.
İlk kez kitabı bitiren, kitaba küçücük bir mim çiziktiriverirdi. Bu onu okuyan bilim adamının kitabı okuduğunu, akademik rank’i daha az olan bilim adamlarının da okumasına müsaade olduğunu gösterir icazet name idi. Lakin kitaba tek bir nokta bile atmak yasaktı. Sevgiliyi görebilir ama dokunamazdınız.
Nereli olduğunu öğrendik ama kimin nesi bu mim?
Vuslatından 735 yıl geçse de;
Ham olan Pişmişin halinden anlamaz,
sözü kısa tutmak gerek imdi vesselam.
diyerek, mesnevisini en başından bitiren Rumi, vesselamı, ölüm gibi “m” ile mim ile bitirmiştir(*). Yani aslında "mim" bir harf, fiğür mühür imza değil. İkaz hiç değil. Aksine tüm söylenen sözlerin, anlatılan şeylerin ötesinde, son söze, mutlak aydınlanmaya, mutlak susukunluğu, doğum ve ölüme yapılan bir işaret. Sefil yaşamlarımızın "mim"ine yapılan bir gönderme ve hatırlatma. Kelamın aydınlanmaya açtığı kapıya; yeni bir uyanışa, ölümün ardından gelen doğuma yapılan bir atıf. Her ciğerin verdiği son nefes gibi, derinden ve içten. Mutlak aydınlanmaya kavuşturan ölümü hatırlatacak kadar şiirsel ve naif. Kainatın varlığının ilk saniyesinden önceki "hiç" anının tanımı nasıl nokta ise, yokoluşu da, "mim" .Mevlana ve ardından gelen pek çok tasavvuf ehlinin bilimsel olgunluğa ithafen her el yazmasını bitirirken ” mim”le bitirmesinin, “mimlemesinin” tek nedeni de budur, ve-selam.
________________
(*)Başlarken de "B" ile başlamıştır ki, o daha uzun bir tarihe kapı aralar. Bu hikayeyi anlatamayacak kadar ihtiyarlamış olduğundan meczubu mazur görün.
Patoloji değil Psikoloji
2008’in Türkiye için reform yılı olacağını söylemiştik[i]. Şimdi beynimizi dağıtıp saçma zamanı; kıyıda köşede kalmış notları şöyle bir toparlayalım.
Redhouse sözlüğünde Re-Form; yeniden biçimlendirme, form kazandırma olarak tanımlanıyor. Britannica 2007[ii] Avrupa nüshasında da reform’un kavramsal çerçevesini ortaya koyduktan sonra tarihte ki önemli örneklere değinirken Osmanlı’da ki ıslahat hareketlerine, öncelikle değinir. Evrensel bir kaynak oluşu sorgulanmaya açık olsa bile batı düşüncesinin son iki yüzyıl içerisindeki epistemolojik manada seyrini ve birikimini gösterir olması noktasında modernleşme sürecimizin; reform kavramı noktasında, modernizasyon için kıble olmuş felsefi odaklar için 300 yıllık maceramızın denk geldiği anlam aralığı için bir alamet-i farika.
Modernizasyon macerasında çabalarımızın takdire şayan olması ne toplumu yada reformist arkeolojik kalıntıları ne ölçüde mutmain eyler orasını bilmek yada değerlendirmek tespiti zor bir hadise. Bir açıdan reformun, re-form edilmesi noktasına ulaştığımız bile söylenirken hala bu uğraşılar içinde bulunabilme çabası bile eşsiz bir kararlılığa yada kolektif bir bilince işaret eder. Reform’un, Re-form edilmesi noktasında kendi formüllerimizi ve kurumların fonksiyonların yeniden tanımlanması konusunda yapılan çalışmalar bile akıl sır ermeyecek katıksız bir imanın göstergesi. Fakat bu tutkunun asırlardır ıskaladığı nokta form’a takılmak. Bir ölçüde reformun biçim kazandırıcı bir eylem olmaktan öteye gitmesi/gitmemesi?! Islahat hareketleri esnasında atladığımız nokta , Britannica ağzıyla, erken dönem reformculardan 2. Osman’la başlayan yenileşme hareketleriyle, total bir eylem içine girişen devlet, koşunun startı verildikten tam iki yüz yıl sonra maliye ve muhasebe sistemini öğrenmesi[iii], batılaşma sürecinde yaşadığımız psikolojik çatışmaya, bir ölçüde, yüzeyselliğimize de işaret ediyor, aslında. Bab-ı Ali de yetişen aydınlatmacı bürokrasi iktisadı, felsefeyi, siyaseti, sosyolojiyi yine Bab-ı Ali’deki tercüme odalarında öğrendiler. Aslında tüm hüznü ve melankolisi bir tarafa, klasikleşen Hikmet-i Hükümet yorumumuzla; “Ya devlet başa, ya kuzgun leşe”, göz yaşlarını silip acı ilacı tadan ve tattırmak için özveriyle topluma gözlerini kapamasını salık veren aydınlar, tek tek içsel bir çatışmanın eşiğinde değişimi körüklerken, kendileri arasında da benzeri bir çatışmayı da yaşıyordu. Bu çatışma Aslında mekanik dişlilerin rutubetli yüzyılında dünyanın her köşesinde yaşanan benzer çatışmaların Müslim coğrafyasında ki yansımasıydı. Reconquista gibi dalgalı olmasa bile ekim devrimi öncesi enternasyonallarında [iv]aynı mücadeleyi görmek mümkündü. Aynı reform sancıları japonya’da yaşanmaktaydı. Almanya’da reichler ve kuşakların çatışması…….
Bu sancıların altında değişen dünya düzenine hazırlık olduğu aşikardır. Bu noktada değişimlerin yarattığı sancıya ek olarak; gelecekteki düzende söz sahibi, bende değil efendi olmak mücadelesi de hızlı değişimin ivmesinin artmasına neden olmuştur. Bu ikili etkiye Inkılab-ı Azim’e karşı “geç kalınmışlığın aciliyeti” sendromu da eklenince tam manasıyla süratli bir yarışa girmek zorunda kalmış olan bir “biz” ortaya çıkmıştır. Bu hızlı dönüşümün yarattığı spin ile düşünce dünyamızda ve kültürel koordinatlarımızda “saçılmaya” neden olmuştur. Batılaşma hareketlerinin kırılma olması da bu yüzdendir. Tüm hüznü bir tarafa acı ile kıvranan aydınlar, acılarını dindirmeden acılara derman olmaya kalkarak mevcut düzenin altında kalmışlardır. Kınadıkları Abdülhamit’ten daha totaliter ve baskıcı olmaya doğru hızla savrulmuşlardır. Bu idare anlayışı her dönemde sürgit varlığını korumayı başarmıştır. Bu noktada sorgulamak yerine, bermutat bir biçim alan değişim, ritüel haline gelmiştir. Türbedarlarını, doğmalarını, azizlerini ve iblislerini yaratmıştır. Anlamın yitimi hedefin sorgulanması yerine imanın sorgulanmasına neden olmuştur. Ritüellerin ve kutsalların sorgulanmasının önüne geçen mekanik reform anlayışı, muallâktaki “ulus”u ve “ulusal hedefleri” sorgulayanların kafir ve muhtedi ilan edilmesine neden olmuştur. Bu anlamsız çatışma sürecinde reformun reforme edilmesi, kafirlerin bertaraf edilmesi ve yeniden araçlarn tanımlanma ve refere edilmesi ile reformizasyonun formel kısmını da sakatlamıştır. Lakin, felsefesi ve istikameti düşünce dünyamızın topografyasında bilinmeyen ama saygı duyulan bir ruh gibi süzülüşüne devam etmiştir.
Sacerdos Vestalis ve Tarpeia’nın İhaneti
Vestanın kutsal ateşinin bakireleri yüzyıllar boyunca Vesta ateşini korumuştu. Düşman romanın kapılarının önüne geldiğinde Gözler Vesta tapınağındaydı. Ateşin her titreyişi Roma’nın depremiydi, çünkü. Vesta’nın gizli ateşi, Roma’nın bekası demekti. Roma’lı her erkeğin ve kadının saygıyla baktıkları ve kutsiyetlerini irdelemekten dahi utandığı bu bakireler Roma dedikleri her şeyin bekçisi, muhafızı koruyucusuydu. Pagan tanrıları arasında sıradan insanların en çok hürmet ettiği tanrıça da Vesta idi. Evi kollayan ve düzenini, sıhatını koruyan bu tanrıçanın hizmetkarları da üstlendiği görevin ağırlığı ve kutsiyetiyle; sadakatin sembolüydüler[v]. Ama Hainle kahraman arasındaki bir adımlık mesafe Tarpeia tarafından çoktan adımlanmıştı. Günlük ritüel için tabii bir kaynaktan su almaya giden Tarpeia düşman kuvvetlerine yakalanıp, şehrin kapılarını açma sözü vermişti. Devletin bekası için ant içenlerin ihaneti her devirde ve dönemde görülmüştür. Lakin Tarpeia’nınki kadar adice olmamıştır. Babası düşmanı def etmek için ordusuna taktik verirken, kızı şehrin kapılarını düşmana açmıştır.
Hangi meslek grubunda olursa olsun, o meslek gurubu beraberinde bir alt kültürü de doğurur. İnşaat işçisinden, günümüz kapitalist saçmalıklarına kadar kendi alt kültürünü oluşturur. Bu işin türü ve yapısına bağlı olarak oluşan/oluşmuş informel normlara bağlı olarak kendiliğinden gelişir. Benzeri bir alt kültür idare içinde olan her bireyin ister istemez dahil olduğu kültürdür. Kendi ön kabullerini, iletişimini, jargonunu da oluşturur. Bunun en güzel örneği İttihatçı sivil/asker memurlar arasında oluşmuş olan, mason localarında buluşma kültürüdür. Bürokratik düzen onları mason olmaya itmiştir demek değil, tabi ki, bu. Jurnalden çekindikleri için localara çekilmişlerdir. Fakat çekilmelerini gerektirecek; jurnale takılacak derecede mühim bir mesele olmasından ötürü bu tedbiri almışlardır. Bu saklanma dahi jurnalden tam manasıyla kurtarmamıştır. Fakat kendi içinde yüzyıllara sığmayacak bir alt kültürü de yaratmıştır. Öylesine güçlüdür ki, 27 mayıs darbesinin son görüşmeleri Ankara Güvercinlik’te ki kışlanın hamamında bordo-gül kurusu peştamallı genç subayların arasında olmuştur.
Bu alt kültür D.m.k.’da yazılı olmayan kuralları beraberinde getirir. Bu kültürlenme süreci -minimal siyasal sosyalleşme- Görevlerine başlayan her bürokratın içine hemen dahil olabileceği bir süreç değildir. Ankara şehri içinde ki kurumların fiziki ve hiyerarşik yapısı itibarıyla bu süreci olabildiğince kolaylaştıran bir yapı arz eder. Bu noktada bu alt kültüre savaş açmak kökleri 2. Murad Han’a uzanan bir oluşuma savaş açmak olacaktır. 1402 Ankara savaşı ile oluşmuş, asırlara meydan okuyan kültürü birkaç yılda silmek yada nötralize etmek ne kadar sürere dersiniz?
Zenon’un BaldıranYudumlaması
Tarpeia’nın ihanetiyle birkaç saatten kısa sürecektir. Vesta’nın gizli ateşini koruyan bakirelerin ihaneti ne kadar şaibeli ise 2008 Defensor Civitas teslimiyeti de o kadar ürkütücüdür. Elbette sevindiricidir. Fakat asıl korku Alemdar Mustafa Paşa ile ittifak yapan 2. Mahmut’un sözünde durup, reformlara devam etmesine rağmen, Alemdar’ın niye 2000 yeniçeriyle birlikte barut mahzenini havaya uçurmuştur?
Yada mister nambır van ile her şey çorap söküğü gibi nihayete mi erecek?
Hala toprağın altında akan soğuk kaynak suları gibi gizemli ve sessizce akacak olmaları değil, aslında, ürkütücü olan. Mevcut hükümetin hala varlığı sürdürebiliyor olması, on yıllarca rüyalarda kabus makamında terennüm edilen şarkıların güzel bir geleceğe intro kıvamında çalınıp söylenmesi. Sazendelerin ilk defa böylesine bir senfoniyi hatasız söylemeleri.
Yani Atina’nın Sokrates’i değil Zenon’nu mahkum etmesi korkunç olan. Yani stoacılara savaş açmış bir Sokrates değil kinik[vi] bir Sokrates.
Toprağın altından akmaya devam eden zehirli suyun Kurtboğazı barajına karışması. Herkesin o suyu içmesi. Yüz yıllardır tamamlanamayan evirme işleminin muhataplarının gönüllü olarak evrilmesi.
Tabi bu noktada, herkes bu dönüşüme maruz kalırsa, yani değişim – herkesçe makul değil, herkesçe reddedilmiş demek değil- herkesçe makul hale gelirse iyi yada kötü olup olmadığını tartışmanın bir anlamı olur mu? Zenon “sesi duyacak kimse yoksa sesin anlamı yoktu” der. Sokrates tüm varlığıyla reddeder. Peki Sokrates’in bu reddiyesini tetikleyen ne? Zenon ve talebeleri. Peki, Stoacılarla anlaşmış bir Platon’nun Atina’yı ve hatta Roma’yı yakmayacağını kim iddia edebilir? İşte asıl korku bu olmalı. Ergenekon’unun içine sızdığı, simbiyoz bir ilişki kurduğu hükümet siyasal yelpazede temsil ettiği kültür İttihat ve terakki’nin karşısına aldığı, Cemiyet-i Ahrar, değerler olduğuna göre Türkiye yeni bir saçılma ile karşı karşıya. Bu Dönemde ihtiyaç duyduğu en önemli şey hiç olmadığı kadar devlet adamı olmayı başarmış insanlar.
Tüm bu karamsar tabloya rağmen dünyanın girdiği bu yeni dönemle kendi psikolojik problemleri birebir örtüşüyor. Dünya iki kutupludan, çok kutupluya; çok kutupludan kaotik dengelerin dünyasına dönüşüyor. Dengeyi yakalamak için içsel çekişmelerinden arınmış bir idareye ihtiyaç var. Dış politika belirlemek için coğrafi ve etnik meselelerin üstüne cesaretle gidebildikten sonra dış politika da içsel huzura paralel ölçüde biçimlenecektir.
Bu noktada Türkiye inanılmaz şanslı bir devirden geçmekte aslında. 2000’li yıllarda yaşanan kriz bir ölçüde, bugün yaşanan krizin etkilerini önemli ölçüde yumuşattı. Bankacılık sektörünü ayakları yere basar bir hale getirerek, kendi önlemlerini almayı öğretti. Akbank’ın aralık ayı başında personel çıkarması, krizin boyutunu gösterdiği gibi bankaların krizi ciddiyetle algıladıkları biçiminde okunabilir. Benzeri biçimde, kredi verirken daha sıkı bir süreçle kredi vermeleri de bankacılığın ayaklarının yere bastığının bir göstergesi.
Bir diğer Şanslı nokta ise Dünya siyasetinin liderlerin omzuna ve kontrolüne bırakılmış olması. Krizin doğurduğu kaos ile dengelenmeye çalışılan her açık derin güçlerin etkinliğini ve kontrolünü zayıflattığı gibi eylemelerinin sorgulanmasına neden oldu. Bununla birlikte insanların şiddetli ekonomik buhranlar esnasında ihtiyaç duydukları desteği okültist felsefelerde, mistik unsurlarda aradıkları gibi, manevi bir dönüşüm sürecine de girerler. Ayaklarının altından kayıveren zeminde dengelerini korumak için buna ihtiyaç duyarlar. Dünyada yükselen bu okültist eğilimlerin yanında toplu olarak “kutsal, karizmatik[vii]” lider arayışına girerler. Bu arayışların tekabül ettiği şartların benzeri ihtiyaçlara da karşılık gelmesi ise “liderlik” için şanslı bir döneme girmiş olduğumuzun göstergesidir. Rusya’da Dimitri Medvedev operasyonu. Birleşik Devletler’de ve dünya’da Obama esintisi. Van’da 44 koyunun kurban edildiği haberi, Fransa da kamuoyu yoklamalarında Obama için çıkan olumlu sonuçların Sarkozy’nin seçilmesi esnasındaki olumlu oyların nispetinden fazla olması ironiyle açıklansa bile benzeri beklentilerin varlığına işaret edecektir. Benzeri biçimde Japonya’nın Trans-Kafkasya’da yürüttüğü faaliyetler mevcut durumun uluslararası siyasette bir varite olarak algılandığının göstergesi. Ortadoğu bu noktada Türkiye’nin liderliğini ve liderini sınayan bir coğrafya olarak önümüzdeki yıllar da geleceğimiz için joker olarak yanı başımızda duracak. Bunu yerinde ve düzgün kullanmayı becerebildiğimizde değişim yüzyılında evrilen değil, dönüştüren olmayı becermişiz demektir.
Tüm bu pozitif değerlerin yanında kaos dönemlerinin vazgeçilmezi olan ani değişiklikler tüm planı ve kurguyu değiştirecek kadar güçlü olacaktır. Her daim var olan değişiklerin şiddeti ve frekansı bu yeni dönemle birlikte ivmelenerek şok edici ölçeklere ulaşacaktır. Mühim mesele de bu şok anlarında liderlerin kalitesi ve izleyecekleri yollardır. Bu hızlı dönem içerisinde Sokrates’in Stoacılarla el sıkışmasını mazur görmekten başka şansımız yok. Onlar unutsa da biz unutmayacağız. Sis dağıldığında tekrar çözmek içi çaba göstereceğiz. Lakin şimdilik sabredeceğiz. Zira, tarihin hiçbir döneminde bu derece talihli ve destekli bir hükümet Türkiye’ye nasip olmadı.
[i] Defensor civitas, giriş sf. 24
[ii] İnternet nüshasına bakılabilir. Ama orada Avrupa, Asya diye bir ayrım yok sanırım. Hoş ayrım olsa bile bunu tetkik etmek için her 2 nüsha ya ve on-line nüshaya ihtiyaç var.
[iii] Duyun-u umimiye
[iv] Bakunin vs Marx, bir diğer tezahürü için tezahürü için Lenin vs Martov; “esneklik” suçlaması.
[v] 6-10 yaşları arasında, İtalya ikametli ailelerin kızlarıydılar. Küçücük yaştan itibaren, hizmetkar olana değin sıkı bir tedrisattan geçtikleri bilinir. Başka meziyetler atfedilse de, bahsi geçen meziyetler Forum Magnum’da icra edildiği için geçersiz önermedir. Zira, Vesta tapınakları Rostra yada Romulus tapınakları yanında kurulurdu.
[vi] kelbiye
[vii] Charisma: başkalarını etkileyebilme yeteneği(tanrı vergisi), Redhouse .
Ayrıca bknz: karizmatik liderlik, Weber
Özür diliyorum

Kanlı Aralık’ta sessiz ve çaresiz kaldığım için özür diliyorum.
Bezm-i elestte omuz omuza yemin ettiğim kardeşime yardım edemediğim için özür diliyorum.
Onu ve emanetini koruyamadığım, korurken yardımcı olamadığım için.
Yükünü sırtlayamadığım için.
İltisaklı ve korkak olduğum için.
Hiç ve aç olduğum için özür diliyorum.
Son nefesini şahadetle veren kardeşime duadan başka bir bir vereceğimin olamamasından ötürü özür diliyorum.
İnsanlığı defn eden hayvanlara dur diyemeyen bir türün üyesi olduğum için özür diliyorum.
Geride bıraktığın çocuklarına hayrım dokunamayacağı için özür diliyorum.
Ve yalnızca özür dilediğim için özür diliyorum.
Ve utanıyorum, boş hayatımın sanrıları için özür diliyorum.
Ve siz, şen kahkahaların keyifli gırtlakları: Dünya ile keyifli olabiliyorsanız, ne mutlu size! E hadi ne duruyorsunuz; Mutlu Noeller size.