Ve Yine Kar Yağıyordu





Ve Yine Kar Yağıyordu






Sokrates'ten akıllı olmadığımı kesinlikle biliyorum. Amacım ukalaıklta değil. Çocukken okudğum kitaplarda yer alan bilgilerin çoğunu; "yav ben bunları biliyorum" derdim. Biliyordum ama anlamamıştım. Yıllar sonra büyülü bir kavuşma anın yüklendiği hayret ve sevinci aratmayacak emsalde, biliyorum dediklerimle buz gibi hakikat şeklinde karşılaşınca anlamanın, arifliğin nasıl bir şey olduğunu insan fark ediyor. Sokrates'e karşı olan mahcubiyetim de bu sebepten.Affet beni sokrates.

Doğarken yalnız doğdum; ölürlken de yalnız öleceğim. Bildiğim, anladığım, hatta traş olurken yüzümü kesen jiletten daha sahici şekilde hissettiğim yegane şey diyebilirim. Jiletin samimiyeti bu gerçeğin yanında ipekten buse olur. Atalarım dünyaya gelen her ferdi ilk soluk aldığı mevsimin orta yerinde, dünyaya geldiği mevsimle başbaşa bırakırmış. Annesini kucağı yerine karın, çayırın, güneşin, gazelin kucağına bırakırmış ki geldiği dünyayı doğduğu anda görsün, tanısın. Çünkü yalnız olacak, ömrü boyunca. Diğer insanları tanısa da uzun sürmeyecek. Ya onlar ölecek, ya kendisi ölecek. Doğduğu dünyayı iyi bilsin, soğunu sıcağını görsün, en savunmasız anında yüz yüze kaldığı dünyaya alışsın ki güçlendiğinde yine onunla baş edeceği zaman, en güçsüz haldeyken ögrendiği dünyayala mücade ederken, tek destiğinin kendisi olduğunu anlasın. Onu gönderenin, kendinden ve gönderenden başka kimseden medet ummaması gerektiği anlamış olsun diye. Çünkü ölürken de yalnız olacak. Alışsın ki ölümden korkmasın. Birlikteliğin cesaretine alışıp zayıflamasın bünyesi.


Arjantin falkland adalarını işgal etmişti. Kanada konfederasyonu kanda federasyonuna dönüşmüştü. M.J. Thriller'i çıkartmıştı. Ay parçası Jessica Biel doğmuştu. Banker skandalı patlak vermişti. 2 Asala üyesi tereörist Ankara Esenboğa hava limanında sihalı eylem yapmış 8 kişiyi öldürmüştü. 82 anayasası halk oylamasına sunulmuştu....

İstanbul'a kar yağıyordu ve soğuktu. Balkanlardan gelen soğuk hava akımının marifetiylemiydi bilmiyorum. Ama o sene kış çok sertmiş.benim bildiğim, Kar o gece çok güzel yağıyordu. Rüzgğar batıdan doğuya doğru esiyordu. Doğuyla arasında sadece bir duvar vardı. Ben doğarken o duvar çoktan çürümüştü. Doğarken ilk nefesim dondurucu soğuktan bir soluk olmuştu. Emeklemeye, konuşmaya falan çalşırken, Glastnos prestroyka almış başını gitmişti. Yıldız savaşları projesinin startı çoktan verilmişti. Pkk cinayetlerine başlamıştı. Kocaman bir arı ülkeyi petek petek işlemeye başlamış, yeni dünya düzeni dalgasını akıntısına teslim etmeye başlamıştı. Az önce otobüslerin yakıldığı, sloğanların kaakfoni olduğu, bir çeşit ideolojik fannatizmin cirit attğı caddeler sokaklar ; parkalı, bıyıklı gençlerden arındırılmış, bankerlerin liboşların köşe kapmaca oynadığı birer gül bahçesine dönüşmüştü. Kardeşim dünyaya gelmişti. Sünnet de olmuştum. Her cumartesi sabah saat 10:00'da voltran vardı.

Okumayı sökmüştüm. İlk mektepte 2. yada 3. sınıftaydım, herhal. Küçük bir deftere gazetelerden haberler yazılar kesip yapıştırımaya başlamıştım.Hala cin ali resimleri çiziyordum. Küt saçlı bir kızla arkadaştık(en azından eskiden öyle denirdi). TRT de "devrim, özgürlük" gibi kelimelere yasak getirilmişti. SSCB Afganistandan çekiliyordu. Özala süikast düzenlenmişti. Suikastçının silahını ateşledikten sonra yerde yuvarlanarak yaptığı o anlamsız hareketi hiç unutamamıştım..."Barış Manço Moda 81300 İstanbul" gitmediğim ama ezberlediğim bir adres olmuştu. Tiananmen Meydanı kızıla boyanmıştı. Kabak kafalı bir adam coşkuyla o çürük duvarın dibinde elinde kocaman bir enginara benzettiğim mikrofonuyla duvarın yıkılmasından bahsediyordu. Bu sivil insiyatifti, demir perde diyordu ama basbayağı tuğladan bir duvardı. O zamanlar kadife devrim diye bir şey yoktu.


Yeltsin Tankların nüstüne çıkıp o bildirisni okumuştu. Çöl Fırtınası Operasyonu başlamıştı. O zamanlar pek sallamadığım üniversitelere 25 tane daha eklenmişti. Tutsiler Hutuları öldürmeye başlamıştı. Pkk, Bosna , Somali derken küçük defterimin önce ebatları büyüdü, sonra sayfa sayısı arttı. Ama artık eskisi gibi deftere bakamaz oldum. Ölüm, katliam, yolsuzluk, terör derken defterler ağır gelmeye başladı. Daha çok kitaplarımla başbaşa kalır oldmuştum. Oynadığım tek oyun salı günleri pazarda sabah 6:00'da tezgah kurmak olmuştu. Gümrük Birliği iyi birşey değildi anlaşılan.


Arabayı sattık. Artık boru keleçpesi yapmakta ustalaşmıştım.Demirleri delerken kullandığım matkabı sabitlemek için yaylı bir düzenek bile tasrlamıştım.Ben içerde yeni oyunlar öğrenirken, yeni oyuncaklar yaparken, bahçede bir şeyler oluyordu. Hiç birşey anlamaıştım. Tanklar, tartaklanan bir muhabir,istifa eden bir hükümet vardı; ve yine kar yağıyordu.


Haber defterim iyice kalın, çirkin bir hal almıştı. Yeni haberer eklemek için bile açamaz olmuştum. En sonuda kararımı verdim; kıvrak fiğürlerle şehvetli bir dans yapan ateş dilerine kurban ettim, defterimi. Artık tadı, tuzu kalmamıştı. Zaten kafam karışıktı, aslında hep karışıktı ya... Çekip gitmeli buralardan, insansız topraklara yerleşeliydim. İnsan yoksa problemde yoktu. Huzura ulaşıp, manevi dinginliğe erecektim. Ama olmadı.

Dışarıda ne olursa olsun bahçeye çıkmalı, olan biteli iyece görmeye çalışmaşıydım. Huzursuz, karışık olan bahçe değil bendim. İnsan nereye giderse gitsin her yerde göreceği aynı şeydi. Hem o sözü Stalin'de söylemişti.

Buzdan mezarı Sibirya'da kursam da aslında ben onu bahçeye çıkmadan çok önce kurmuştum. Buzdan taht kalbimde ve beynimdeydi. Halbuki onu inşa etmeye Sibirya'ya gittiğimi sanıyordum. Ne tahtımda ne mezarımda huzuru bulamayınca anladım. Orada da yalnızdım, burada da yalnızdım. Aradığım hep yanımda olandı. Her şeyi görüyordum. Çinlierin dediği gibi: " Göz herşeyi görürde kendini göremez."


Artık görmeye başladım. Daha bir şeyler öğrenemedim ama en azından artık bakmıyorum. Affet be Sokrates, affet be gülüm, hiç de öyle değilmiş.

White Rabbit